9 Ağustos 2019 Cuma

Şengal’de genç bir derviş… Amed Kawyan



BİRCAN DELAL YILDIZ

Dağlı kabilenin ovaya vuran esmer çocuğu… Esaslı bir asi! Kabına sığmayan… Öncesinden değil, onu anlatmaya kendi kendini var ettiği günden başlamalı. Yıllardır tek kelime Türkçe konuşmadığını öğrendik. Merak uyandırmaması elde değil. Viranşehir’de okumuş liseli bir genç vardı karşımda.
Neden?
“Okulda Kürtçe konuştuğum için öğretmen tokat attı, ben de onu dövdüm ve bir daha da okula gitmedim. O gün bir söz verdim bir daha bunların dilini (Türkçe) konuşmayacağım!“ cümleleri o günkü öfkeyi zamanımıza getirerek Kürtçe olarak döküldü dilinden. Sarsıcıydı. Hem de tokat atan ve daha sonra onun dövdüğü öğretmen kadınmış. Bu kısmı kısık sesle ve çekinerek söylemişti: “ Ama hak etmişti! Kendi dilimi konuştuğum için bana tokat atamaz!”

Ablayla ilk görüşme…
Adı Amed Kawyan. Viranşehirli. 3 yıldır Zagrosların zirvelerindeymiş, O’na yakışan, O’nun yakıştığı yer. Gel gelelim kadınların kampındaydı ve tek başına. Aşırı derecede sıkılıyor. Çok belli. Ablasıyla tanışalı henüz 3-4 hafta olmuş. Onu görmeye gelen ablasına dağı gezdiriyor. Yıl 2013’ün Temmuz sıcağı… Evet, dağda tanıştılar ablasıyla. O doğmadan, ablası çocuk yaşta Avrupa’ya gitmiş...
Ablayı Avrupa’dan tanıdığımızdan nazımız geçiyor kardeşe, takılıyoruz. Öyle güzel gülüyor, öyle güzel gülüyor ki anlatamam. İşte o çocuk bir günde gönlümüzü fethediyor. Bir de kusursuz bir güzellik! Gözler çakmak çakmak. Göz değil sana bakan iki pırıltı.
Gerilla elbiseleri bu kadar mı yakışır bir gerillaya! Öyle karşında dursa saatlerce bakarsın, gözünü alamazsın.

Gerilla bir kardeş…
O günden sonra artık benim de bir erkek kardeşim oldu. Hem de gerilla. Ne güzel duyguymuş. Benden küçük erkek kardeşim yoktu. O duyguyla dağda Amed kardeş sayesinde tanıştım. Çekiyorum kardeşimin fotoğraflarını arada bakayım diye, koyuyorum çıkınıma…
Kardeşler gezmeye, biz de belgesel çalışmalarımıza dönüyoruz vedalaştıktan sonra. Kısa bir zamanın ardından gerilla bir kardeş edinmiş olarak tekrardan Avrupa yollarına düşüyorum.

Şengal’in gönüllü savaşçısı…
Aradan 5-6 ay geçiyor ve ablasından Şengal’e gönüllü bir savaşçı olarak gittiğini öğreniyorum. Ve kardeşimle onun imkanları oldukça konuşuyoruz telefonda. Maksat sohbet uzasın, onun gülüşünü duyayım diye komik şeyler anlatıyorum arada. Nasıl güzel gülüyor tanrım! O güldükçe yaşam enerjim artıyor, o derece!

Derviş edalı…
Bazen sohbetleri koyulaştırıp yıldızların felsefesini yaptığımız oluyor. Yol, yoldaşlık, yolun özünü o genç yaşına rağmen Şengal’in acısını görmüş, havasını solumuş, tarihine dokunmuş bir derviş gibi anlatıyor. Gönüllü gidiş hikayesini her ne kadar dinlemek istesem de tuhaf bir çekingenlikle kendisinden bahsetmeyi erteliyor. Ketum davranıyor yani. Üstelemiyorum ben de.

Ortak yıldız takımı…
O sohbetlerden birinde ortak yıldız takımı belirliyoruz kendimize, ‘her akşam bakılacak‘ diye de sözleşiyoruz. Ben takılıyorum “Bizde sıkıntı var ama!“ “Waa niye?“ diyor ciddi ciddi. “Ee burası Avrupa, her gece yıldız yok“ diyorum gülerek. O da kahkahayı patlatıyor. O gece ortak yıldızımız olarak “büyük ayı yıldız takımını“ belirliyoruz. Soru işareti şeklinde olması hayat anlayışlarımızla da örtüşüyor. Bol soru işareti, bol cevap demek. Hayatın ta kendisi işte! İkimiz de mutluyuz. Sonraki zamanlarda görevin yerine getirilip getirilmediğini birbirimize soruyoruz. Görev aksatılmıyor karşılıklı olarak.

Ruh ikizi Kawa…
Bir süre sonra yıllardır sürekli birlikte oldukları Doğu Kürdistanlı Kawa şehit düşüyor. Kime sorsanız‚ yapışık ikiz gibi’ derler ikisi için. Dağa ulaştığı ilk zamanlardan şehit düşene kadar hep yan yana, aynı mevzide, omuz omuza düşmanın üzerine yürümüşler… Birlikte aç-susuz kalıp, birlikte üşümüşler Zagrosların ayazında! Ama en çok da birlikteyken ısınmışlar. Ne kahkahalar atmışlar derin uçurumlarda asılı kalsın diye. Aynı patikalardan geçecek yoldaşlarına uçurumların ürpertisi değil, kahkahaların esintisi kalsın diye. Kaç erken giden yoldaşının acısını birbirlerinin gözlerinde dindirdiler bilinmez… Kawa’nın yokluğunda nasıl derinden incindiğini-acıdığını sadece kendi bilebilir! Tarifi onun ruhunda gizli, belki de tarifsizliği…

‘Ben şehit olmalıydım!’
Asıl üzüldüğü şeyi ablasına şu cümlelerle anlatıyor: “O gün ben göreve gidecektim. Ama rahatsızlandım, yarı yolda arkadaşlar geri götürdü beni. Benim yerime o gitmiş. Mayına basarak şehit oldu. Ben şehit olmalıydım, o değil!“ Ablasına bunu söyleyebilecek kadar inançlı ve fedakar. Bir o kadar da yoldaş.

Güvercinleri…
Güvercinleri çocukken de seviyormuş. Dağda da hangi kampa gitse,  orada güvercinlerin olduğunu duysa, ilk ziyaret ettiği onların yuvaları olurmuş… Ama Kawa şehit düştükten sonra güvercinlere düşkünlüğü artmıştı. Onlar için imkanları dahilinde o kadar güzel yuvalar yapmıştı ki; görseniz öyle koşulsuz severdiniz Amed’i… O çölün ortasında içeçek suları yokken onlarca güvercin beslemek! Zor işti. Güvercinlerine bit girmiş ve bazıları hastalıktan ölmüştü. Nasıl içi yanıyordu!.. Güvercinlerin hastalıklı zamanları boyunca bizi kahkahalarından mahrum bırakmıştı…

Yolun aşığı…
Yolu, yoldaşlığı konuştuğumuz son sohbetimizde tarifte zorlanmıştı; “Tarif edemezsin ki! Yüce, çok yüce birşey ve o yüceliğe erişmek için daha büyük savaşmalı“ deyip çok derin bir cümleyle karşı karşıya bırakmıştı beni. Özlemi, hasreti daha bu genç yaşında öğrenmişti. “İnsan arayışlarını sınırlayamaz; ulaşsa da gökyüzüne, daha yükseklere varmak ister“ sözlerinin ardından çocuksu yüzünün altında Şengal’de bilgeliğe ermiş genç bir adam vardı karşımda… Bu cümleleri ancak yolunun aşığı biri kurabilirdi. Amed yolun, yoldaşın, kavganın ve özgürlüğün aşığıydı…Kahkahalarının gizemi de işte tam da bu aşkta saklıydı!

***
Bir Temmuz sıcağında tanıdığım kardeşim Amed, yine bir Temmuz sıcağında yıldızlara yoldaş oluyor… Amed kardeşle göz göze bakarak sadece bir gün geçirdik. Sonrasında telefon konuşmaları… Gönül onu daha güzel anlatmak isterdi. Ama şunu biliyorum; omuz omuza savaştığı yoldaşları daha yakışan, daha hakkını veren cümlelerle anlatacak Amed’i…

22 yaşa dünya sığdırmak…
Kahkahaları bu kadar tazeyken kulaklarımda ve hala ‘nefes almadığına’ dair düşünceleri başımdan savarken, bu güzel çocuğu dilim dönebildiğince, bir abla göreviyle yazıya dökmede başarısız olduğumu kabul ediyorum… Zaten yokluğunu kabullenme yazısı değil bu. Henüz 22 yaşında ömrüne bir dünya sığdırmış, yaşamı çok sevmiş ama özgürlüğü daha çok! Payına hep ölüm düşen halkını sevmiş, onun için kendini feda etmekten çekinmemiş bir savaşçı daha geçti zamanımızdan. O’nu ve yoldaşlarını unutmayın, hatırlayın diye düşülmüş bir not gibi düşünün…

***
Amed Kawyan; seni tanımak bir ayrıcalıktı, herşey için teşekkürler. Hep kardeşim kalacaksın. Sevgi, hasret ve özlemle…
“Bir nehir ki ömrüm;
taşır bin yıllık kavgasını
yurtsuz aşklarımın
yüreğim baş eğmez bir haylaz
Bir nehir ki ömrüm;
buzun ateşe değdiği zaman
terin toprağa
gülün yaprağa
ışığın suya değdiği zaman
dudaklarım gözlerinde
aşkı içeceğiz…”