Kürdistan… Ülkem… ‘Dağlar denizi’ coğrafyam…
Kötülük
tanrılarının kara bulutları üzerinden eksik etmediği ama ona rağmen yaşam
kaynağı olmaktan bir an olsun vazgeçmeyen bu topraklar öz suyunu nereden aldı
binyıllar boyu? ‘Kürdistan’ deyince bu soruyu sormadan edemiyorum. Tuhaf
olan her seferinde yeni ve farklı cevaplar bulsam da neticede ‘cennet’e çıkıyor hep yolum…
***
Güneş henüz batmamış, açık arabanın kasasında
rüzgarların saçlarımızı taradığı, gözlerimizin tüm toza rağmen kapanmak
istemediği anlar. Yolumuz Xakurke’ye doğru… Gerillalar araba gürültüsü altında bağır-çağır
alanı birbirlerine tanıtmaya çalışıyor. Mazlum adlı gerillanın anlatırken
gözlerindeki ışığı fark etmemek imkansız. Alanın eski gerillası, tüm tepeleri,
vadileri birer birer anlatıyor arkadaşlarına.
2010 yılındaki gelişimde gerillaların tanıttığı
arazinin hepsi aklımda. Kısa bir süre sonra Şexzade boğazına varıyoruz. Tam
karşımda ‘Şehit Beritan Kayalıkları’ 1992 Güney Savaşı’nın destansı direnişinin
kahramanı Gülnaz Karataş’ın kendini ölümsüzleştirdiği uçurum… Araba çok hızlı
sadece 5-10 saniye görebiliyorum. Gerilla ve yönetmen Halil Uysal’ın filminden
kareler canlanıyor gözümde. Beritan’ı
görür gibi oluyorum…
Ardından Lelîkan boğazı… Bir tarafı deryayı andıran
Xakurke vadisine diğer tarafı ise ‘Deşta
Hertî’ye bakıyor. Boğazın birkaç dakika altındaki düzlükte yalnız meşe
ağacağı tüm heybetiyle aynı yerinde duruyor. Onu görünce seviniyorum, belli
belirsiz bir gülümseme yerleşiyor yüzüme. Bir önceki gelişim bahara denk
geldiği için o zamanki müthiş nefel (yonca)
kokusunu arıyorum. Kokuyu alamasam da içimden ‘bu hali de güzel’ demeden geçemiyorum. Çeşmeye varınca araba
duruyor ve o güzelim suyu sırayla içiyoruz. Tam bu sırada genç gerilla Rodi “sakın yüzünü yıkama, yol uzun tozla
birleşince çamur olur” diyor gülerek. Genç ama tecrübeli Rodi’yi dinliyorum
ve sadece içiyorum. Sanki daha önce hiç su içmemişim de ilk defa içiyormuşum
hissi veren suyu içtikten sonra gayri ihtiyari ‘tanrım ölmek istiyorum’ kelimeleri dudaklarımdan çıkıyor. Arabayı
süren gerilla ‘burası ölüm değil, yaşam
yeri’ deyince anlıyorum sesli düşündüğümü. Kısa süreli paniğin ardından
toparlıyorum durumu. Yeniden arabaya biniyor ve yolumuza devam ediyoruz.
Yolumuzun üzerinde yazın gerillalar ile birlikte
aynı alanı kullanan bölge halkının çocukları bizi görür görmez ‘Biji Serok APO’ sloganları ile
gerillalara sevgi gösterisinde bulunuyor. Büyükler ise gerillaları “Ser çavim” (gözüm üstüne) sözleriyle selamlıyor, gerillalar selamı
kaldırdıkları elleriyle alıyor. Ben de selamlamaya katılmadan edemiyorum. Halk
ve gerillanın iç-içeliği ve içtenliği içimde tuhaf bir mutluluk uyandırıyor.
‘Şehit Beritan Şehitliği’ne kısa bir ziyarette
bulunduktan sonra geri kalan birkaç saatlik yolu yürüyoruz. Geceyi bir gerilla
birliğinin yanında geçiriyoruz. Ertesi günün akşamı esas gitmemiz gereken
birliğe ulaşıyoruz. Kaldığımız kadın birliğinin komutanı Güneş Sivas adlı
gerilla. Cana yakın, esprili ve tecrübeli. Karker Dağı’na birlikte çıkacağız.
Ama bir iki gün beklememiz gerektiğini söylüyor. Bizim için sorun olmadığını
söyledikten sonra sohbete geçiyoruz. Kısa sürede hikayeler anlatılmaya
başlıyor. Acemilik yıllarının anılarını katıla katıla gülerek anlatıyor. Gülmekten
çenemde uyuşma hissediyorum. Adar, Jin, Ekin ve Ronak adlı gerillalar ile iki
dopdolu gün geçiriyoruz.
***
Karker Dağı, güneşin doğuşuna göre hemen arkamıza
düşüyor. Aşağıdan birkaç gün izleyince heybeti bazen beni şüpheye düşürüyor ‘umarım zirvesine ulaşabilirim’ diyorum
içimden. Zira ilk defa bu yükseklikte bir dağa tırmanacağım. Gerilla yürüyüşü
ile 6 saat ise kim bilir biz kaç saatte çıkacağız? Sorusunu sormadan edemiyorum
kendime.
“Bu akşam çıkıyoruz
Karker’e” sözlerini duyunca sanki onun için gelmemişiz de yeni bir şey duymuşum
gibi heyecanlanıyorum. Akşama doğru, tırmanışa ve defterin açılışına katılacak
gerillaların da bulunduğumuz yere gelmesiyle ortalık iyice şenleniyor. Harıl
harıl son hazırlıklar yapılıyor. Ben ve çalışma arkadaşım Dersim Zerêvan da
kamera ve fotoğraf makinalarımızın son kontrollerini yapıyoruz.
Malzemeler için birkaç katır ayarlanıyor ayrıca bir
de at var. Güneş bulunduğumuz vadiyi terk eder etmez saat 17:00’te yola koyuluyoruz.
Gerillalar açık ara önde gidiyor, neyse ki patika belirgin de yolu
şaşırmıyoruz. İlk mola 40 dakika sonra veriliyor. Ben pancar gibi kızarmış
halde kayaların üzerine oturmuş gerillalara varınca takılmadan edemiyorlar.
Dert etmiyorum. Biraz fotoğraf çektikten sonra gerilla komutanı Sozdar Cudi
ısrarla ata binmemi istiyor. Ben yürümekten yanayım, daha yeni açılmışım. Ama
talimatla ata biniyorum. Daha önce ata binmişliğim var ama atı yürütmek için
bayağı bir efor sarfediyorum. Normalde atın en önde gitmesi gerekirken zorla
gruba yetişebiliyorum. Diğer arada inmek istediğimi söylüyorum ama talimatın
bir sonraki durağa kadar geçerli olduğunu öğreniyorum. Yapacak bir şey yok! Diğer
durağın erken gelmesini umarak tekrar biniyorum ata. Neyse ki öbür molada atı gerilla
komutanı Çiçek Botan’a yoğun ısrarlar sonucu devrediyorum.
Karanlıkta yürümek zor. Henüz bir tarafımı kırmadan
ay ışığı imdadıma yetişiyor. Dolunay altında temiz yayla havasını soluyarak,
gerillaların radyolarından yükselen dengbejlerin sesiyle yorgunluk hissi hiç
yok. Tam bu sırada sabah saat 3’te yola koyulmak suretiyle dinleneceğimiz
söyleniyor. Kadın gerillalar ile birlikte 5 dakika yukarıdaki kayalıkların
altında konumlanıyoruz. Genç gerillalar Şindar ve Rugeş ay ışığı altında
taşlardan sekerek katırlardan indirilen yüklerin arasından domates, peynir ve
ekmeği kaparak geliyorlar. Üç buçuk saatlik yürüyüşün ardından dünyanın en
güzel yerinde, en güzel insanlarla en güzel yemeği paylaşıyoruz. Evlerini
sırtlarında taşıyan gerillaların evlerinde her zaman misafirleri için de yer
olduğunu tulumlarını bizimle paylaşmalarından anlıyoruz. Soğuktan hiç
uyuyamayacağımı düşünürken nöbetçinin bizi uyandırdığı saat 3’e kadar deliksiz
bir uyku çektiğimi anlıyorum. Hiç üşümediğime hayretler ede ede toparlanıyorum.
Katırların yüklerinin yeniden yüklenmesiyle saat 3:30’da yeniden yola
koyuluyor, geri kalan yolu 1,5 saatte tırmanıyoruz. (Bu arada fark ettiyseniz 6 saat dedikleri yolu biz 5 saatte
tırmanıyoruz, üstüne üstlük övgüde alıyoruz…)
Son yarım saati ben, Dersim ve komutan Sozdar ayrı
bir yoldan, diğer grup üyeleri ayrı bir yoldan gidiyor. Onlar direkt gölün
yanına çıkıyor, biz ise gölün üzerindeki boğaza. Gölden haberimiz var ama
anlatılanlara göre zirveye çıktıktan sonra 5-10 dakikalık yürüyüşün ardından
varacağız. Oradaki gerillalarla selamlaştıktan sonra hangi yöne gitmem
gerektiğini bir gerilla işaret ediyor. İki kayalık arasında bir kapı gibi bir
yer. Oraya yöneliyorum. Gün aydınlanmış ama henüz güneş çıkmamıştı. Başım
önümde zirveye varabilmiş olmanın mutluluğuyla yürüyorum. Kapı gibi dediğim
yere geldiğimde şoka giriyorum! Karşımda masmavi bir göl ve bir yamacı kar! Elimde
fotoğraf makinası öyle baka kalıyorum. Kaç saniye yere çakılı kaldığımı
bilmiyorum. Büyülenmiş bir şekilde gölü daha iyi görebilmek için ilerliyorum
kayalıkların arasına doğru. Tam bu sırada güneş kilometrelerce uzak dağların
ardından yüzüme vuruyor. Kafamı aksi yöne çeviriyorum dolunay. Dilim tutuluyor.
Güneş, dolunay, önümde uzanan masmavi göl ve kar… Muhteşem görüntünün yarattığı
mest olmuş halimden kurtulmam birkaç dakikamı alıyor. Birden Dersim’in kamerası
ile boğazın diğer tarafında görüntü çektiği aklıma geliyor. Çığlık çığlığa
bağırmaya başlıyorum net olarak aklımda değil ama şuna benzer bir çığlık “Dersiiiim çabuk gel, güneş çıktı, göl
burada, kar da vaaaar!!”
Çok geçmeden boğazda beliren Dersim de benim az önce
yaşadığım şokun etkisine giriyor. Hemen benim bulunduğum yere gelmesini,
buradan güneşin müthiş görüntüsünü daha iyi çekebileceğini söylüyorum. O da
elinde kamera büyülenmiş bir şekilde sendeleyerek yürüyor. Şoku erken atlatması
gerekiyordu ki bu anı sizlerle de paylaşabilsin.
Gerillalar aşağıda gölün üzerinde yorgunluklarını
atarken biz bir anını bile kaçırmamanın derdine düşmüştük. Ben fotoğraf, Dersim
de görüntü çekiyordu. Öylece yarım saat hiç konuşmadan doğaya dalıp gittik…
Gölün yanına inebilmek için Ağustos’un 23’ünde karın
üzerinden geçmemiz gerekti. Kayıp da göle düşmemek için bayağı çaba harcadım
diyebilirim. Gerillaların yanına vardığımda onlar için normal olanın benim için
pek geçerli olmadığını anladım. Güneşin ilk ışıkları altında çaylarını koymuş
hatta kahvaltıyı bile hazırlamışlardı. Normalleşmek için biraz zaman istedim
gerillalardan. Bu defa da gölün çevresindeki sosın, papatya, punk ve diğer
adını bilmediğim birçok çiçekle yakın plan fotoğraflarını çekmeye koyuldum.
Bunun bir rüya değil de gerçek olduğunu anlayana
kadar öğlen olmuştu. Dinlenme saatinde uyumak bu cennet mekana haksızlık
olurdu. Zaten kendimi hiç de yorgun hissetmiyordum. Saatlerce izledim bu
güzelliği...
Öğlenden sonra defterin konulacağı yere tırmanıyoruz
Dersim ile birlikte. Bu defa da ‘dağlar
denizi’ ile karşılaşıyoruz. Bir tarafımız Kuzey Kürdistan. Haberlere çokça
konu olan Konserve Tepesi (Gediktepe)tam
karşımızda. Diğer tarafımız Doğu Kürdistan. Güney Kürdistan ile sınırında sayabildiğim
en az 10 İran karakolu…
Birkaç saat de 3 bin metrenin üzerindeki bu
yükseklikten Kürdistan dağlarını seyre dalıyoruz hayranlıkla… Bu sırada defterin
proje sahibi Demhat Cilo, defterin konulacağı yeri bitirmek için son rötuşları
yapıyor…
***
Gerilla grubunun hepsi en zirveye, bizim
bulunduğumuz yere tırmanıyor ve güneşin batışıyla Kürdistan dağlarının Cilo ve
Çarçella’dan sonra üçüncü defteri Karker Dağı’nın zirvesine tarihe not düşmek
üzere konuluyor...
Tarihe not düşmek diyorum çünkü gerillaların biçtiği
anlam bu. Bu zirveyi tercih etmelerinin nedenini o kadar net ve sade
anlatıyorlar ki; “özelde Şemzinan
hamlesinde şehit düşen arkadaşlarımızın şahadet yerleri hepsi buradan
görünüyor. Ve daha nice yoldaşımızın son nefesini verdiği yerler… Onların
sayesinde buradayız. Gerçekleştirmek istedikleri hayallerinin savaşçıları
olduğumuzun bilincindeyiz. Tüm şehitlerimizi bu deftere not düşecek, onların
kahramanlıklarını yazacağız. Her buraya çıkış bize acı verecek ama biz bu
acıyla inancımızı bileyeceğiz. Tarih karşısındaki sorumluluğumuzu biliyoruz.
Kısacası bugün burada bulunmamız bir defteri koymaktan öte anlam taşıyor bizim
için…”
Gerillalar hüzünlerini kendi içine atarken, heyecan
ve mutluluğunu bizimle paylaşıyor. Biz zaten cennette olduğumuzdan eminiz çünkü
çevremizde tüm acılarına rağmen bize gülen yüzünü gösterenlerin melekten hiçbir
farkı yok...
Hayatımın ilkleri arasına,
büyük anlamların yüklendiği bir zirve yolculuğu da usulca gelip giriyor.
Gerillalar yüreğimdeki en stratejik kaleleri işgal ediyor… İşin ilginci işgal
memnun edici, gurur verici… Unutulmaz anılarla, şansımızın farkında olarak
tekrardan buluşmak umuduyla ayrılıyoruz gerillalardan…29 Eylül 2013 tarihinde Yeni Özgür Politika Gazetesi'nin 15 günlük ilavesi PolitikART'ta yayınlanmıştır
http://www.yeniozgurpolitika.org/index.php?rupel=nuce&id=24209