Yer: Medya Savunma Alanları. Tarih: 6 Nisan 2013…
Kadın gerillaların kaldığı kampın yakınlarında
sonbaharda bolca mantar olduğu söylenince haliyle baharın da mantarlar
çıkmalıydı… Bir mantar canavarı olan ben, bol şimşekli az yağmurlu birkaç gün
geçirmenin verdiği rahatlıkla hemen mantar toplamaya gitmeyi önerdim
gerillalara… (Neden pek kimsenin
yanaşmadığını sonradan anlayacaktım) En sonunda birini kandırdım! Aslen
Gever’li ancak Dersim’de uzun yıllar kalmış olan Rojbin soy ismini de Dersim
olarak değiştirmiş. Yani ben ve Rojbin Dersim kamplarının uzağındaki zozanlık(yayla) bölgeye doğru mantar aramaya
koyulduk… Rojbin, hevesim kırılmasın diye de eline koca bir poşet almış… Ben o
poşeti dolu halay ediyorum tabi…
Otlar neredeyse dize durmuş. Rojbin, ‘otların köküne doğru iyi bak’ uyarısını
hemen yolun başında yapmıştı. Benim gözler fal taşı gibi açılmış, içimde ‘ilk
mantarı ben bulacağım’ hissi… Zira, henüz başlarken mantarı buldu mu insan,
sonrasında sanki her adımda bir tane bulacakmış sanıyor. Daha önceki gelişimden
bu duyguyu biliyorum…
Henüz on dakika kadar yürümüştük. Tabi mantar
bulamamıştık ama, ilgi ve dikkatim dağılmaya başlamıştı bile. Göz alabildiğine
yeşillik ve müthiş bir koku gözlerimi mantar aramaktan alıyor… Bu müthiş kokuyu
yayan çiçeğin Kürtçe ismi Nefel. Türkçe isminin yonca olması nedense bana
hakkını vermemiş bir ad olarak geliyor. Kafamdaki yonca algısını kısa süreli
sorguladıktan sonra koku beni başka mecralara taşıyor… Nefel’in bu yoğun
kokusunu alan birinin ‘parfüm’ kelimesini hatırlamayacağına bahse bile
girebilirim.
Diğer yandan yeşil halının üzerine mor, sarı, beyaz ve değişik tonlarda onlarca çiçek serpilmiş
gibi… Bize yakın bölgelerdeki dağlarda karlar erimiş olsa da daha yüksek
dağların zirveleri hala beyaz… Masmavi gökyüzü…
Gözlerimin görebildiğini keşke sizler de
görebilseydiniz. Çünkü bir veya iki foto ile bunu anlatamayacağım. Ayrıca
Nefel’in kokusu için ise; hani klişe bir deyim var ya ‘anlatılmaz, yaşanır’
diye. İşte bu deyim şu an benim bu ihtiyacımı karşılayacak nitelikte.
Mantar uçtu gitti aklımdan. Yanımdan eksik etmediğim
fotoğraf makinamı çıkarıyorum ve dalıyorum çiçeklerin arasına… Adını bilmediğim
onlarca çiçeğin rüzgarla dansının görüntüsüne gözlerim doymuyor ve kamerayı
açarak, her bu anı özlediğimde izleyebileyim diye birkaç dakika da görüntü
alıyorum. Ayrıca yakın plan, total derken onlarca foto çekmişim. Bu arada
Rojbin ise mantar arıyor… Beni mutlu etmek için ‘bir iki tane küçük buldum’ diye sesleniyor. Kendimi mahcup
hissediyorum.
Çiçeklere ve manzaraya dalmışken gözüm saate
ilişiyor. Kamptan çıkalı beri neredeyse bir saat olmuş. Geri dönmeye karar veriyoruz.
Mantar bulamadığımız için pek de üzgün değilim. Rojbin daha fazla gezdiği için
biraz yorgun görünüyor. Cennetimsi güzellik içinden sallana sallana kampa dönüyoruz.
Acı gerçeği kampta öğreniyorum! Meğer
önceki akşamüzeri diğer mantar canavarı Şinda ve ekibi toplamış. Söylediklerine
göre buldukları mantarlar onlara bile yetmemiş!
Mantarın azlığına bakmadan
mutfağa doğru yöneliyorum. Orada Kürtçe ‘sîrik’ denilen sarımsak tadı veren bir
tutam otu da içine atarak bol yağda kızartıyorum. Bol yağ, çünkü mantar az ve
yağından da faydalanmamız gerektiğini düşünüyorum. Velhasıl, pişiriyor ve küçük
bir tabağa koyarak gerillaların yanına gidiyorum. Onları da buyur ettikten
sonra yemeye koyuluyoruz. Tabaktaki fakirim mantarları gören birçok gerilla
mantar sevmiyormuş gibi yapıyor. Tabi bu kıyakları gözümden kaçmıyor. Tabağın
başına toplanan biz 4-5 kişi birkaç lokmada tabağı yıkanmaya gerek bırakmayacak
şekilde temizliyoruz. Az olması tadının ‘leziz’ olması gerçeğini değiştirmiyor…
Benim merak ettiğim, mantarların
neden bu bahar çıkmadığı. Ortaya atıyorum soruyu. Gerillalar özetliyor: Nisan
yağmurları zamanında ve yeterince yağmadı…
Ve yazıyı sarkıttığım bu zaman
diliminden bakınca anlıyorum ki bu yıl Nisan yağmurları Mayıs yağmurlarına
döndü. Haziran’ın başında olmamıza rağmen hala bulutlar gökyüzünü terk etmiş
değil…
7 Temmuz 2013 tarihinde Yeni Özgür Politika Gazetesi'nin 15 günlük ilavesi PolitikART'ta yayınlanmıştır.