30 Kasım 2014 Pazar

Gözyaşın yüreğimin sızısıdır…




 Dêrik’te 26 Eylül 2014’te yapılan cenaze törenine katılan bir anne…
Kucağında şehit düşen oğlunun fotoğrafı… İsmi Zagros’muş oğlunun…
O kadar sızılı bir andı ki ismini sormak, O’na ‘merhaba’ demek imkansızdı…
Tüm şehit merasimlerine kucağında oğluyla geliyor, hepsi için gözyaşı döküyormuş…
Bu fotoğrafa hangi coğrafyadan bakacaksınız bilemiyorum. Ama sızısını anlamak için sadece yüz hatlarına bakmanız yeterli…

Rojava bazen gözleriyle çoğu zaman ise yüreğiyle ağlıyor… Sadece daha güzel bir gün için… O gün geldiğinde yine ağlıyor olacak… 
Bu kez gözyaşları, zaferin mutluluğu için akacak… 

7 Kasım 2014 Cuma

İçimdeki Kobanê…



 Son bir ay içerisinde Kürtlerin yaşadığı ortak acıdan yüreği yananlardan sadece biriyim... Ben içimdekileri paylaşmayı tercih ediyorum… Nasıl mı geçti bu bir ay?
***
Acıdım, öyle bir acıdım ki; sanki tarihin ilk acı çekeni gibi... Başımın gövdemin üzerinde duruyor olması, içinde bir beyin olduğu, onu kullanmam gerektiğini unutacak kadar acıdım...  İstedim ki o gencecik savaşçıların değil, benim her bir parçam tel tel dökülsün! Yeter ki o güzel çocuklara bir şey olmasın...
Bekledim...
Hem de ne bekleme!
Uyku ve yemeğin bir ihtiyaç olmadığına kanaat getirerek bekledim!
Utandım! Öyle bir utandım ki; bu utançla yerin bile beni kabul edemeyeceğini düşündüm... Bir suçlu muamelesi yaptım kendime! Elimde yetişmesi gereken kutsal bir iş varken, ben bekledim! Uzak olmanın acısını ömrüm boyu yaşamıştım... Ama sanki bu ondan da öte bişey! Tanımlayamıyorum! Ah bi aklımı çalıştırabilsem..! (Ne yapacaksam artık-bir yandan da ‘iyi ki çalışmıyor’ diye geçiriyorum içimden...)
Ömrümün en kahraman yanları savaşçılara yiğitliklerine ve cesaretlerine toz kondurmuyorum ama; ‘onurlarıyla direniyorlar barbar ordusuna karşı!’
İşte tam bu noktada kendi anlamımı sorguluyorum: ‘Neresindeyim hayatın?’
Kendini yeren monologlar sürüp gidiyor...

Bütün dualar sizin için
Zaten çevremdeki herkes de benim gibi... Gözlerine bakmak yetiyor! Her birimiz bir köşede içimize çekiliyoruz
Bir zaman sonra iç ses isyan ediyor: 
Ben: ‘Ya xızır, ya düzgün bawa..! Sen onurlu, kahraman genç savaşçıların koruyucusu ol! Kimseye çaresizlik gösterme!’ dualarıyla...
Arkadaşlarım; ‘xwedeo xwedeo tu dil rehmi, hemberi wan neyaran cengaveren me bi stirine!’ dualarıyla...
Ve, o barbarların vahşetinden sadece fiziki olarak kurtulmuş Êzîdî genç kadın Zilan! Henüz 16 yaşında ama bir ömür yetecek acı görmüş; ‘ya Tause Melek, ya Lalişa Nurani tu şervanen Kurdistane bi pareze!’ dualarıyla...
Ve biliyorum ki başka birçok dil ve inançtan insanlar da benzer dualarla...
Barbar-soysuzlar çetesinin saldırıları karşısında Kobanê’de direniş her geçen dakika büyüyor!
Öylece TV ve NET’in karşısına çakılmış vaziyette tam olarak kaç gün geçirdiğimi hatırlamıyorum... Ama çook uzundu! Bir tezat içindeydi zaman!! Bir yandan yıllar geçmiş gibi hissediyor bir yandan da “Bu zamana ne oldu böyle! Akışkanlığını kaybetmiş gibi! Akmıyor!” diyorum...

‘Anneme söz verdim…’
Genç savaşçılar birer birer tarihin şanlı sayfalarında yerini alıyor... “Kanımızın son damlasına kadar...” Sözleri geliyor hep aklıma. Kahroluyorum!
Birkaç kez cephedeki savaşçıları arıyorum… Moralleri çok yüksek ve bugünlerde ağız dolusu güldürebilen tek onlar oluyor… Tekoşer adlı savaşçı “anneme söz verdim, Kobanê’yi kurtardıktan sonra evleneceğim. Düğünüme gelir misin?” diye soruyor… Boğazımda birşeyler düğümleniyor çaktırmamaya çalışıyorum “Tabii ki gelirim” diyebiliyorum. Espriler yapıyorlar, gülüyorlar… Bize takılıyorlar gazeteciyiz ya… Özellikle de Nalin Dicle’ye “Her yere gittin neden buraya gelmiyorsun?” diye… Nalin’in içi içini yiyor… Yeryüzündeki adaletsizliğe lanet yağdırıyorum o sıra…
Sonraki zamanlarda birkaç kez daha savaşçılarla görüşüyorum. Ve direniş 3. Haftasını geride bırakırken artık elim telefona gitmiyor. Utanıyorum aramaya… Diğer görüşenlerden durumu öğrenmekle yetiniyorum…

Hala umutla bekliyorum ama...
Sonra Arîn Mîrxan ismi dilden dile yayılıyor! Çok geçmiyor, o güzel gülümsemesiyle ekranlarda beliriyor Arîn...
Sarsılıyorum... İçimde çağlayanlar gürlüyor! Büyük eylemci Zilan’ı hatırlıyorum... Susuyorum, susuyoruz... Tek bir şey korkutuyor beni: ‘Ya bütün savaşçılar fedai eylem yaparlarsa…!’ Tabii ki her bir savaşçının oradaki bulunuş tarzı fedailik üzerine ama yine de o konuları düşünmemeyi seçiyorum, kendimi kandırırcasına…
Ve sonunda halk ayaklanıyor…
“Kobanê yalnız değildir! Kobanê bizim kalbimizdir!” Kürtlerin bulunduğu bütün coğrafyalar serhildan alanına dönüyor…  Direniş toplumsallaşınca can geliyor herkese…
Canlanıyoruz, yeni filizlenir gibi…
Umudumuz büyüyor…
Milyonlar Kobanê oluyor…
Sel olup akıyor alanlara…
Tarihin her deminde Kürt katili olarak anılacak devlet geleneği ise şaşırtmıyor: ‘Baş kaldıran Kürdün, kafasını ezeriz’ misali… Yıldıramıyor ama. Yıldıramayınca daha da azgınlaşıyor! Onlarca Kürt genci, önden giden kahramanlarına yetişmek üzere direniş bayrağını ardıllarına bırakarak gözlerini yumuyor…
Yine ölüm hep Kürdü buluyor!
Ölüm: Yani tarih boyu Kürde yakıştırılan tek şey!
Zalimler eskiden korkutabiliyordu ‘ölüm’ ile Kürtleri. Ama Kürtler kendine daha yakışan bir şey bulmuştu: DİRENİŞ!
Ve böylece oyunların hepsi bozuldu…  Tek yumruk olan milyonlar Kobanê’ye güç veriyor, milyonlar savaşçılarının yiğitliğinden güç alıyor…
Onun için şimdi Kobanê’den güzel haberler geliyor… Ve biz böyle tek yumruk olduğumuz sürece gelmeye de devam edecek…
Ama bu defa ZAFER haberi…
BİRCAN YILDIZ
NOT: 21 Ekim 2014

tarihli Özgür Politika gazetesinin Toplum-Yaşam sayfasında yayınlanmıştır…
http://www.yeniozgurpolitika.org/index.php?rupel=nuce&id=35273