17 Mart 2014 Pazartesi

Newroz...




Newroz; aydınlığın karanlığa karşı tarihi zaferi...

Milat öncesine uzanan ateş destanı...

Binlerce yıl sönmeyen özgürlük yalazı... Mazlum halkların baharı, zalimin kara kışı!

Dağların başkaldırışı, zengin coğrafyamın çoraklaşmış topraklarının ana nehri...

Hoş geldin Diriliş Bayramımız.

Seni dağlarda karşılıyor olmak ne güzel...

Şu an dağın kalbini dinliyorum, gözlerim zirvelerinde... Kalp atışı değil bu! Bir halkın özgürlüğe yürüyüşünün ayak sesleri... Hayır hayır! Zafer şarkısı sanki. Netleştirmek için nefesimi tutuyorum. Evet, sesler uğultudan sıyrılıp etek-emiğe bürünüyor... Netleşti işte! Bakın dağın kalbi nasıl dile geliyor:

"Neden böyle heybetliyim biliyor musun? Binlerce yıldır ne yiğitler yaslandı göğsüme, ne deli fırtınalar koptu şu başımda... Ne tufanlar gördüm, ne boranlar...

Şu önünde uzanan ve ucu bucağı görünmeyen patikalardan kaç milyon adım geçti!

Kaç sevdalı, kaç yoldaş, kaç dost...

Kaç acılı yürek ama bir o kadar da öfkeli!

Ne süngüler battı kalbimin tam ortasına 'ay' bile demedim! Adını bilmediğim nice bomba, kaç parçamı aldı sayamadım! Kaç milyar mermi yedi şu koca beden! Çetelesini tutmaya çalışsaydım başım böyle dik olmazdı!

Hem biliyor musun; kendimi bildim bileli hiç uyumadım... Tam 2625 yıldır gözümü bile kırpmadım! O'nun öncesi hep karanlıktı bana ve uykunun tatlı, aynı zamanda öldürücü kollarındaydım. O gün ki Mezopotamya aydınlığa kavuştu, uyumadım bir daha! Ebedi nöbetçisiyim aydınlığın zaferinin!

O yüzdendir ki, ilk benim zirvelerimde yakılır Newroz ateşi!

Kadınlı-erkekli gençlerin ellerinde meşalelerle bana doğru yürümeleri, beni Anka kuşu gibi yeniden yeniden doğurur... Bu sebepten hiç yaşlanmam!

Bazen yüreği sevgiden kabarmış olanlarınızın sitemini duyarım "Hem bu kadar heybetli ve yücesin hem de evlatlarını koruyamıyorsun" diye... Ama kızmam hiçbirinize. Çünkü biliyorum göğsümün orta yerinde alnı açık savaşan genç kadın ve oğullar ölümden bir an bile korkmadılar. Düşmanları onların özgürlüğe olan inancından doğan cesareti karşısında şoka girdi! Kimi zaman korkusundan ağladı... Gidişlerine hepiniz gibi üzülsem de 'Bu inançlı çocuklar benim çocuklarım' demekten hep gurur duydum...

Ne olayların, ne kahramanlıkların tanığıyım! Şu uzun ömrümde zalimlerin zulmünün yanına kar kalmadığını, direnen ve hak eden mazlumların zaferini gördüm!

Mazlum Doğan'ın, Zekiye'nin, Rahşan'ın, Berivan ve Ronahi'nin yaktıkları ateşi gördüm...

Ve sonrasında onların ardıllarını... Ateşle sınanan bir halkı, ateşin kendini yakacak başka bir şeyin varlığına şok oluşunu gördüm!

Ve ateş...

Ateş, dağın uykudan uyandığından beri dostuydu...

Ve cümle insanlığın sırdaşı... En çok da dağlıları dinledi ateş, binlerce yıldır 'DAĞLI' olarak bilinen Kürtleri... Ateş bir anlamda yazılmayan Kürt tarihinin en canlı tanığıydı... Kürtlerle arasında çok içsel bir bağ vardı. O, Kürtlerin hem sırdaşı hem de tanıklığını yaparken; Kürtler de O'na hayat verdi... Ateşin hala bu kadar yakıcı olması, sönmesine izin vermeyen Kürtler sayesindedir!

Kürtlerin kadim dostu ateşin de kendi gününe dair söylemek istedikleri var...

'Bu bahar başka' diyor ateş bize...

"Bu Newroz başka Newroz...

Bu Newroz Sakine'nin, Rojbin'in, Leyla'nın Newrozu...

Öyle bir ateş yaksın ki Dersim şavkı Paris'e, Öyle bir ateş yaksın ki Elbistan şavkı Amed'e,

Öyle bir ateş yaksın ki Amed, şavkı Mersin'e yansısın...

Mahabat, Süleymaniye, Serekani'de öyle bir ateş yakılsın ki şavkı İmralı'daki evren yürekli özgür insanın gözlerine yansısın..."

Dağ ve ateş öyle bir zamanlamayla ruhuma giriyor ki; tam isabet.

"Dağlarına bahar gelmiş memleketimin..." dizelerini canlı şahidi oluyorum...

İlk çiçekler topraktan başını usulca çıkardı, yağmur tüm bereketiyle yağıyor...

Tarihin canlı tanıkları ateş ve dağın yıllardır yeni bir dostu var: GERİLLA!

Kürt halkının en seçkin yiğit kadın ve erkekleri mükemmel bir uyumla dilden dile yazılan tarihi bedenleriyle yazıyor...

Bu mükemmel uyum içerisinde bir damla olabilmek ne güzel... Ve ne de çok kendimim bu hisle...  


... 2013 Newroz'unda Medya Savunma Alanları'nda yazılmıştır ...

4 Mart 2014 Salı

Bir karede iki sade güzel…



En sevdiğim çiçeklerin başında papatya ve sarmaşık gelir. İkisi de sadelikleriyle beni hep büyülemiştir. Narinlikleri de cabası. Uğur böceğini sevmeyen insan ise henüz tanımadım. Genel kanı ‘uğur’ getireceğine inanmak olsa da bence o da çok narin ve sade. Bu minicik cüssesine rağmen nedense onu gören herkes mutlu oluyor. Tabii ki ben de. Baharda bol bol gördüm. Öyle oldu ki, bir ara yürüdüğüm patikada iki adımda bir önüme çıkıyorlardı. Basmamak için özel çaba gerekti.

İşte bu papatyanın üzerindeki halini görünce önce dakikalarca izledim. Tüm yapraklarını teker teker gezdi papatyanın. Ama o kadar narin olan papatyanın hiçbir yaprağı zarar görmedi. Güzel yanı da buydu. Doğada hiçbir canlı diğerine haddini aşan bir güç kullanmıyor, sırf canı istediği için eziyet etmiyor. Uğur böceği de gerekli besinini almış olacak ki, ayak basmadığı tek bir yer kalmayınca uçup gitti. Ben de içimde güzel duygularla baharın yeşillenmiş patikalarında ilerlemeye ve fotoğraf çekmeye devam ettim… (2013 baharı)